- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
İkinci dünya savaşı sonrasında biçim değiştiren milliyetçilik, Türkiye’yi örnek bir peyk adayı haline getirir. Savaştan sonraki 10 yıl içinde Kurtuluş Savaşı’nın bütün değerleri tersine çevrilmiş, Türkiye, ekonomi, maliye, sanayi, siyaset, kültür ve fikir alanlarında bağımlı bir peyk devlet haline gelmiştir. Türkiye’de 1950’ den 1965’ e kadar yaşanan bu gelişmeler temel olarak, batı toplumlarının yaşam düzeyindeki bir tüketim ekonomisini, Türk toplumunun sırtına yükleyen bir burjuva sınıfının doğuşu biçiminde gerçekleşir.
16. yy başlarından 18. yy’ a kadar Batı, Osmanlı’da “Frenk Küffarı” olarak algılanır. 17. yy’ a kadar Avrupa meselelerine müdahil olan Osmanlı, 17. yüzyılda Avrupa’ya kapanır. 18. yy başlarından itibaren Batı, – Fransa başta olmak üzere- üstün nitelikleri olan uygarlık olarak algılanmaya başlanır. Bu algılamanın birinci temel boyutu Avrupa yaşantısı ve ekonomisinin çöplenicisi olmak, ikinci temel boyutu ise yasaların uygulanmasının, kamu hizmetlerini gören bir bürokrasinin varlığının farkına varmak olarak ortaya çıkar.
1850’ den itibaren Tanzimat’ın fen ve sanayi batılılaşması bakımlarından iflası ile Avrupalılaşmak halkın gözünde bir birey alafrangalığı, kaldırılamayacak bir lüks haline gelir. Bunun sonucu olarak “biz” meselesi düşün ortamına girer ve ulusçuluğun temelleri atılır. Batılılaşma ile “biz” kavramının çatışmasının farkına varıldığında, batılılaşmayı kısmen ya da tamamen reddeden görüşler ortaya çıkar.
1860’lı yıllarda, Namık Kemal’in öncülüğünde, batıcılığa karşı yeni bir “biz” kavramı olan Osmanlılık Milliyetçiliği kavramının temelleri atılır. Yazara göre Namık Kemal, hayranlık duyduğu Avrupa uygarlığını çözümlerken, uygarlığı içinde bulunduğu tarih ve toplum koşullarından soyut değerlendirerek temel bir çözümleme yanlışına düşer. Yazar, Namık Kemal’in yaşadığı çağın gerisinde kalarak yeni Osmanlıların uygarlık görüşünde toplumculuğa hiç yer vermemesini, Türk Ulusu ve Türk bağımsızlığını görmezden gelmesini, fıkhı ve dini yeni Osmanlı bireyciliğinin temelleri olarak almasını eleştirir.
II. Abdülhamit dönemindeki batıcılık, İslamcılık ve Osmanlıcılık da başarısızlıkla sonuçlanır. II. Abdülhamit döneminde aydınların ideal kavramı olan “hürriyet”, 1908’den sonra “toplumsal devrim”e dönüşür ancak uygulamaya geçilemez çünkü aydınlar halktan kopukturlar ve aslında kendi zihinleri de net değildir. İslamcılık, Osmanlılık, Batıcılık, Turancılık ve netleşmemiş millet kavramları arasında kalmış bulanık düşünceler üretirler.
Kusursuz, ideal batı uygarlığı karşısında acizlik ve geri kalmışlık düşüncelerinin gelişmesi sonucu Fransa, İngiltere ve Almanya peyklikleri uygulanır. Osmanlı’nın bu peykçi batı politikası 1720’ den 1920’ ye kadar 200 yıl sürer. Ulusal kurtuluş savaşı ile batılılaşmanın batı peykçiliği ile olamayacağı, batıya rağmen olabileceği anlaşılır.
1920’den sonra uygulanan Atatürkçü batıcılığın, ulusal bağımsızlık, halkı kalkındırmaya yarayacak egemenlik ve devrimci yöntem unsurları bulunur. Yazar Tanzimat, Abdülhamit, Menderes batıcılıklarının ve Demirel’in batı medeniyetçiliği anlayışının, yukarıda sayılan üç unsurlu batıcılığa karşıt olduğunu söyler. Bu tür tek hücreli batıcılık anlayışının tarihte ve günümüzde (1965 yılı) gericilik dönemlerinde görüldüğünü ifade eder.
Yazar, çağdaş uygarlığa ulaşabilmeyi dinde aydınlanma, Rönesans ya da reform hareketlerine bağlamanın yersizliğini, bunların daha derinden gelişen dinamiklerin yüzeyde oluşturdukları görüntüler olduklarını ifade eder. Ulusal kurtuluşa kadar birbirine zıt iki eğilim olarak kalan batıcılık ve milliyetçiliğin arasındaki bağ ancak Kemalist devrimle sağlanır.
Yazar, batıcılığı bir hayal, yalnızca gericiliğe yarayan, bir bireyci aydın ütopyası; toplumculuk açısından İslamcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük kadar yolu, yönü ve sonu belli olmayan anlamsız bir sözcük olarak nitelemektedir.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar