RICHARD DAWKINS - "THE ANCESTOR'S TALE" DEN NOTLAR

Evrimcilerin, hayatta kalan iki (veya daha fazla) soyu karşılaştırarak bir ortak atanın yerini "kestirdikleri" söylenebilir.

ÇEVRE MEVZUATINDA YAPILAN BAZI DEĞİŞİKLİKLERİN KİMİ YANSIMALARI

 

Geçtiğimiz bir yıl içinde (2011 yılı) çevre mevzuatında yapılan kimi düzenlemelerin yakın gelecekte çok önemli toplumsal etkileri olması olasıdır. Bu düzenlemelerden en çok öne çıkanları, Van depremi sonrasında, olası bir depremde çok büyük can ve mal kaybını önlemek üzere çıkarıldığı belirtilen 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun[1] ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamedir[2].

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile riskli alanların ve yeni rezerv alanların mahalli idarelerin görüşleri alınarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde belirleneceği hükmü getirilmektedir. Riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarında Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlardan kamu idarelerinin mülkiyetinde olanlar veya tahsisli olanlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca belediyelere devredilebilecektir. Dönüştürmeye tabi tutulan taşınmazların değer tespiti işlemleri ve dönüşüm ile ortaya çıkacak taşınmazların değerlemeleri, mahalli idarelerce yapılabilecektir. Yasanın "tespit, taşınmaz devri ve tescil"i düzenleyen 3üncü maddesi askeri yasak bölgeler, güvenlik bölgeleri ile askerin atıl durumdaki gayrimenkullerinin belli şartlar altında TOKİ ve belediyelere devrine de olanak sağlıyor. Milli Savunma ve Maliye bakanlıklarının "olur" vermesi durumunda, Genelkurmay'dan kuvvet komutanlıklarına kadar şehir içindeki askeri alanlar da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na tahsis edilebilecek. Bu yerlerden yeni yerleşim niteliği ve afet riski taşıyan alanlar bakanlığın talebi üzerine TOKİ'ye ve belediyelere bedelsiz olarak devredilebiliyor.

Mücavir alan sınırları içinde belediyelerin, mücavir alan dışında valiliklerin onayladıkları imar planları, plan yapımına ait esaslara dair yönetmelikte, belde halkının sosyal ve kültürel gereksinimlerini karşılamayı, sağlıklı ve güvenli bir çevre oluşturmayı, yaşam kalitesini artırmayı hedefleyen ve bu amaçla beldenin ekonomik, demografik, sosyal, kültürel, tarihsel, fiziksel özelliklerine ilişkin araştırmalara ve verilere dayalı olarak hazırlanan, kentsel yerleşme ve gelişme eğilimlerini alternatif çözümler oluşturmak suretiyle belirleyen, arazi kullanımı, koruma, kısıtlama kararları, örgütlenme ve uygulama ilkelerini içeren pafta, rapor ve notlardan oluşan belge olarak tanımlıdır. Oysaki gerek yaşadığımız çevrede gerek Türkiye’nin pek çok diğer bölgelerinde, belde halkının sosyal ve kültürel gereksinimlerinin yeterince karşılanamadığı, insanların sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşamadıkları somut birer gerçekliktir. Kurumların kendilerinin onayladıkları planları yine her fırsatta kendilerinin delik deşik etmeleri de gözlerimizin önünde gerçekleşen bir tezattır. Hal böyleyken, - istisnaları olmakla birlikte - zaten halkın yaşam kalitesini artırmayı hedeflemediği apaçık belli olan uygulamaların, büyüyen kentlerin içinde kalan askeri bölgeleri de kapsamına almasının bilimsel ve teknik bir zorunluluk olarak sunumu bir kılıf olmaktan öteye gidemez. Bu uygulama yalnızca askeri bölgelerle sınırlı değildir elbette. Çeşitli kamu kurumlarının, zamanla kent içinde kalan ve yüksek getirimli yerleşkelerinin peyderpey yerleşim alanı haline getirildiği bilinmektedir. Uygulamaların birçoğunu da bizzat TOKİ gerçekleştirmekte ve kamu idareleri yeniden kentin dışında bir yere konuşlandırılmaktadır. Kent içindeki nüfus yoğunluğunu artıran, çoğu yerde zaten yetersiz olan her türlü altyapıya ve yollara baskıyı artıran, trafik sıkışıklığını dayanılmaz boyutlara ulaştıran bu yöndeki uygulamalar hangi bilimsel ve teknik gerekçeyle yapılmaktadır; insanların yaşam kalitesi bu şekilde nasıl artırılmaktadır? Yaşam kalitesi elbette artırılmamaktadır; bu uygulamaların tek gerekçesi yüksek getirimdir. Yukarıda belirtilen yasa değişikliği de artık sıranın askeri alanlara geldiğinin bir göstergesidir. Gözünü rant bürümüş, kısa vadeli ve kişisel çıkar gözeten belediyecilik uygulamaları, şimdiye kadar belediyelere rağmen kalabilmiş yeşil alanların sonunu getirecek mi getirmeyecek mi bunu önümüzdeki dönemde yasanın uygulamalarıyla göreceğiz.

Kanunun, uygulanmayacak mevzuat bölümündeki 9 uncu maddesi oldukça dikkat çekiyor. Bu madde ile bu kanun uyarınca yapılacak olan planlar, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda ve imara ilişkin hükümler ihtiva eden özel kanunlar da dâhil olmak üzere diğer mevzuatta belirtilen kısıtlamaların dışında tutulmaktadır. Bu Kanun kapsamındaki alanlarda bu Kanunun öngördüğü uygulamaların zaruri kılması hâlinde, bu uygulamaların gerektirdiği iş ve işlemler hakkında;

a) 26/1/1939 tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunun,

b) 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun,

c) Afete maruz bölgeye ilişkin hükümleri saklı kalmak kaydıyla 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun,

ç) 28/12/1960 tarihli ve 189 sayılı Millî Savunma Bakanlığı İskân İhtiyaçları İçin Sarfiyat İcrası ve Bu Bakanlıkça Kullanılan Gayrimenkullerden Lüzumu Kalmıyanların Satılmasına Salâhiyet Verilmesi Hakkında Kanunun,

d) 18/12/1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununun,

e) 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun,

f) 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun,

g) 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununun,

ğ) 25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanununun,

h) 16/6/2005 tarihli ve 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanunun,

ı) 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun,

i) Geri görünüm ve etkilenme bölgeleri bakımından 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun,

bu kanunun uygulanmasını engelleyici hükümleri ve diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz denilmektedir. Bu madde ile yukarıda sayılan bütün yasaların üzerinde bir yasa ve dolayısıyla yasanın uygulanmasından sorumlu olan olağanüstü yetkili bir bakanlık oluşturulmuştur. Afet riski ve dönüşüm gerekçeleriyle istediği binayı yıkabilecek, istediği arsaya “projelendirme” gerekçesiyle el koyabilecek olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığına, yıkım kararı verilmiş yapılar için mahkemeler, yasanın altıncı maddesine göre yürütmeyi durdurma kararı da veremiyorlar. Bağımsız bir mahkemeye belli yönde karar veremeyeceğini söyleyen bir yasa ile ortaya kendi hukukunu yazıp uygulayan bir bakanlık çıkmaktadır. Bu bakanlık yapısının hukuk devleti ile ne ölçüde bağdaştığı ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, bu denli geniş yetkilerin kötüye kullanılabileceği olasılığı göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür.

648 Sayılı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile 2873 sayılı Milli Parklar Kanununda yapılan bir değişiklikte[3] Orman ve Su İşleri Bakanlığınca millî park karakterine sahip olduğu tespit edilen alanlar, Millî Savunma Bakanlığının olumlu görüşü, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile diğer ilgili bakanlıkların görüşü de alınarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile millî park olarak belirlenir denilmektedir. Bu maddeyle de son söz “en büyük bakanlık” Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bırakılmaktadır. Bir kez milli park karakterine sahip olduğu tespit edilmiş olan bir alanın milli park ilan edilebilmesi neden başka iki bakanlık görüşü ve daha başka bir bakanlığın teklifiyle olanaklı kılınmaktadır? Bunun açıklaması olsa olsa milli park niteliklerinin en değersiz, en geride bırakılan nitelikler olarak algılanışıdır. Zira milli park niteliği bir kez tespit edilmiş olan alana ilişkin olarak, söz gelimi Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının daha iyi bir fikri varsa ya da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı o alanı bir afet riskiyle ilişkilendirirse alanın milli park nitelikleri derhal bir kenara itilmektedir.

Yine aynı kararname ile Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil etmek, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil, onay, değişiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların kullanma ve yapılaşmaya yönelik ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiştirmek, uygulamak veya uygulanmasını sağlamak görevi Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmiştir.

Ayrıca, orman ve orman rejimine tabi olmayan yerlerde Orman ve Su İşleri Bakanlığınca tespit edilen veya ettirilen tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri diğer koruma alanları ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilanı Bakanın onayı ile yapılır hükmü getirilmektedir. Böylece Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığının doğrudan uzmanlık alanları olarak nitelenebilecek milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanlarla ilgili olarak bir üst makam olarak konumlanmaktadır.

Orman ve mera dışına çıkarılan alanlar dâhil kentsel ve kırsal alan ve yerleşmelerde yapılacak iyileştirme, yenileme ve dönüşüm uygulamalarında idarelerce uyulacak usul ve esasları belirlemek de Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görevleri arasında bulunmaktadır. Kamuoyunca 2-B olarak bilinen alanlarla ilgili olarak da en yetkili kurum olarak yine aynı bakanlık belirlenmiştir. Böylece, kentleşme ve şehircilik alanlarında mutlak monarşi dönemi başlamıştır. 2-B alanlarının satışından elde edilecek gelirin % 90’ına kadarı da bakanlığın gelirleri arasında sayılmıştır. Bakanlığın gelirlerinin belki de en önemli bölümünü oluşturacak olan bu kalemin sürekliliğinin sağlanmasının bir gereklilik olarak ortaya çıkması durumunda, yeni 2-B alanları yaratma çabalarının hız kazanacağını söylemek yanlış olmaz. Yeni anayasa çalışmalarının yürütüldüğü günümüzde hazırlanan taslaklarda orman sınırı dışına çıkarılacak alanların bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olması niteliğinin gerçekleşmesi gereken en son tarih olan 31.12.1981, -ki bu tarih de aslında daha önce 15.10.1961 idi- 23.7.2007 olarak değiştirilmek istenmektedir. Bu durum da ileride daha çok 2-B alanımız olacağının apaçık bir göstergesidir.

Yasa ile orman ve zeytinlik alanlarında da bakanlığın etkinliğinin daraltılmamasına özen gösterilmiştir. Uygulamalar için 6831 sayılı Orman Kanununa tabi alanların kullanılması zaruri olduğu takdirde, başka yerlerde en az bu alanlar kadar alanın ağaçlandırılması, 3573 sayılı Kanuna tabi alanların kullanılması zaruri olduğu takdirde de, başka yerlerde en az bu alanlar kadar alanın zeytinlik alan hâline getirilmesi mecburi tutulmuştur. Bu mecburiyet ne yazık ki yine göstermelik sözde bir duyarlılık ifadesi olmaktan öteye gidememektedir. Çok uzun yıllarda oluşabilecek olan bir orman ekosisteminin afet gerekçesiyle bir iki yıl içinde kentleşme alanına eklenmesi ile aynı miktarda başka bir alanın ağaçlandırılması verilen zararın telafisi gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Orman alanlarına saldırı 1950’li yıllardan bu yana bir devlet politikası gibi uygulanagelmiştir. Bugün de bu siyasanın sürdürüldüğü görülmektedir. Orman alanlarına yapılan saldırılar, değişik dönemlerde değişik gerekçelerle gerçekleştirilmiştir. Bugün de yeni bir saldırı aracı olarak afet riski kullanılmaktadır.

Çevre ve şehircilik alanındaki düzenlemelerin yanı sıra Danıştayın yürütmesini durdurmuş olduğu, ÇED Yönetmeliğinin geçici 3 üncü maddesi yeni bir yönetmelik[4] ile yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre yönetmeliğin EK-I Listesinde yer alan projeler için 17/7/2015 tarihine, EK-II listesinde yer alan projeler için 17/7/2013 tarihine kadar yatırımına başlanmış projelere bu yönetmelik hükümlerinden muafiyet getirilmektedir. İstanbul’a üçüncü köprü ve nükleer santral gibi bilinen bazı kimi büyük projeler dışında başka kaç projenin daha bu kapsamda olduğu kamuoyu açısından gizemini korumaktadır. Ülkemiz gerçekleri göz önüne alındığında başka kaç projenin daha bu kapsama alınacağı da bilinemez.

Avrupa Birliği, çevre kalitesinin korunması ve geliştirilmesi,  insan sağlığının korunmasına katkıda bulunulması ve doğal kaynakların akılcı ve gelecek düşünülerek kullanılmasının sağlanması amaçlarını takip edeceğini taahhüt etmiştir. Avrupa Birliği adayı olan Türkiye’nin de AB mevzuatına uyum sağlaması beklenmektedir. 2011 yılında çıkarılan ÇED yönetmeliği, yukarıda sayılan AB amaçları bir yana çevresel etki değerlendirmesinin temel mantığına taban tabana zıt bir uygulama olarak ortadadır.

Üçüncü Erdoğan hükümet programında[5] çeşitli yerlerde vurgulanan çevreye duyarlılık, çevresel hassasiyeti ihya etme, çevrenin korunmasına katkı verme, çevreye verilen tahribatı en aza indirme vaatleriyle gerçekleştirilen bu düzenlemeler arasındaki tezat, aslında siyasi iradenin çevreye yönelik samimi olmayan sözde beyanlarının somut birer göstergesidir.  

  


[1] T. C. Resmi Gazete, 31.5.2012 - 28309

[2] T. C. Resmi Gazete, 04.7.2011 - 27984

[3] T. C. Resmi Gazete, 17.8.2011 - 28028

[4] T. C. Resmi Gazete, 14.4.2011 - 27905

[5] http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP61.htm


KAYNAKLAR

644 Sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (2011, 4 Temmuz) T. C. Resmi Gazete, Mükerrer 27984.

648 Sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname (2011, 17 Ağustos) T. C. Resmi Gazete, 28028.

6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun (2012, 31 Mayıs) T. C. Resmi Gazete, 28309.

Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (2011, 14 Nisan) T. C. Resmi Gazete, 27905.

III. Erdoğan Hükümeti Programı, http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP61.htm, Erişim tarihi: 25.6.2012.


 

Yorumlar