- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Geçtiğimiz bir yıl içinde (2011 yılı) çevre mevzuatında yapılan kimi düzenlemelerin yakın gelecekte çok önemli toplumsal etkileri olması olasıdır. Bu düzenlemelerden en çok öne çıkanları, Van depremi sonrasında, olası bir depremde çok büyük can ve mal kaybını önlemek üzere çıkarıldığı belirtilen 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun[1] ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamedir[2].
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile riskli alanların ve yeni rezerv
alanların mahalli idarelerin görüşleri alınarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
bünyesinde belirleneceği hükmü getirilmektedir. Riskli alanlarda ve rezerv yapı
alanlarında Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlardan kamu idarelerinin
mülkiyetinde olanlar veya tahsisli olanlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca
belediyelere devredilebilecektir. Dönüştürmeye tabi tutulan taşınmazların değer
tespiti işlemleri ve dönüşüm ile ortaya çıkacak taşınmazların değerlemeleri,
mahalli idarelerce yapılabilecektir. Yasanın "tespit, taşınmaz devri ve
tescil"i düzenleyen 3üncü maddesi askeri yasak bölgeler, güvenlik
bölgeleri ile askerin atıl durumdaki gayrimenkullerinin belli şartlar altında
TOKİ ve belediyelere devrine de olanak sağlıyor. Milli Savunma ve Maliye
bakanlıklarının "olur" vermesi durumunda, Genelkurmay'dan kuvvet
komutanlıklarına kadar şehir içindeki askeri alanlar da Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı'na tahsis edilebilecek. Bu yerlerden yeni yerleşim niteliği ve afet
riski taşıyan alanlar bakanlığın talebi üzerine TOKİ'ye ve belediyelere
bedelsiz olarak devredilebiliyor.
Mücavir alan sınırları içinde
belediyelerin, mücavir alan dışında valiliklerin onayladıkları imar planları, plan
yapımına ait esaslara dair yönetmelikte, belde halkının sosyal ve kültürel
gereksinimlerini karşılamayı, sağlıklı ve güvenli bir çevre oluşturmayı, yaşam
kalitesini artırmayı hedefleyen ve bu amaçla beldenin ekonomik, demografik,
sosyal, kültürel, tarihsel, fiziksel özelliklerine ilişkin araştırmalara ve verilere
dayalı olarak hazırlanan, kentsel yerleşme ve gelişme eğilimlerini alternatif
çözümler oluşturmak suretiyle belirleyen, arazi kullanımı, koruma, kısıtlama
kararları, örgütlenme ve uygulama ilkelerini içeren pafta, rapor ve notlardan
oluşan belge olarak tanımlıdır. Oysaki gerek yaşadığımız çevrede gerek
Türkiye’nin pek çok diğer bölgelerinde, belde halkının sosyal ve kültürel
gereksinimlerinin yeterince karşılanamadığı, insanların sağlıklı ve güvenli bir
çevrede yaşamadıkları somut birer gerçekliktir. Kurumların kendilerinin
onayladıkları planları yine her fırsatta kendilerinin delik deşik etmeleri de
gözlerimizin önünde gerçekleşen bir tezattır. Hal böyleyken, - istisnaları
olmakla birlikte - zaten halkın yaşam kalitesini artırmayı hedeflemediği apaçık
belli olan uygulamaların, büyüyen kentlerin içinde kalan askeri bölgeleri de
kapsamına almasının bilimsel ve teknik bir zorunluluk olarak sunumu bir kılıf
olmaktan öteye gidemez. Bu uygulama yalnızca askeri bölgelerle sınırlı değildir
elbette. Çeşitli kamu kurumlarının, zamanla kent içinde kalan ve yüksek getirimli
yerleşkelerinin peyderpey yerleşim alanı haline getirildiği bilinmektedir.
Uygulamaların birçoğunu da bizzat TOKİ gerçekleştirmekte ve kamu idareleri
yeniden kentin dışında bir yere konuşlandırılmaktadır. Kent içindeki nüfus
yoğunluğunu artıran, çoğu yerde zaten yetersiz olan her türlü altyapıya ve
yollara baskıyı artıran, trafik sıkışıklığını dayanılmaz boyutlara ulaştıran bu
yöndeki uygulamalar hangi bilimsel ve teknik gerekçeyle yapılmaktadır;
insanların yaşam kalitesi bu şekilde nasıl artırılmaktadır? Yaşam kalitesi
elbette artırılmamaktadır; bu uygulamaların tek gerekçesi yüksek getirimdir.
Yukarıda belirtilen yasa değişikliği de artık sıranın askeri alanlara
geldiğinin bir göstergesidir. Gözünü rant bürümüş, kısa vadeli ve kişisel çıkar
gözeten belediyecilik uygulamaları, şimdiye kadar belediyelere rağmen kalabilmiş
yeşil alanların sonunu getirecek mi getirmeyecek mi bunu önümüzdeki dönemde
yasanın uygulamalarıyla göreceğiz.
Kanunun, uygulanmayacak mevzuat
bölümündeki 9 uncu maddesi oldukça dikkat çekiyor. Bu madde ile bu kanun
uyarınca yapılacak olan planlar, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda
ve imara ilişkin hükümler ihtiva eden özel kanunlar da dâhil olmak üzere diğer
mevzuatta belirtilen kısıtlamaların dışında tutulmaktadır. Bu Kanun
kapsamındaki alanlarda bu Kanunun öngördüğü uygulamaların zaruri kılması
hâlinde, bu uygulamaların gerektirdiği iş ve işlemler hakkında;
a) 26/1/1939 tarihli ve 3573
sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunun,
b) 31/8/1956 tarihli ve 6831
sayılı Orman Kanununun,
c) Afete maruz bölgeye ilişkin
hükümleri saklı kalmak kaydıyla 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata
Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair
Kanunun,
ç) 28/12/1960 tarihli ve 189
sayılı Millî Savunma Bakanlığı İskân İhtiyaçları İçin Sarfiyat İcrası ve Bu
Bakanlıkça Kullanılan Gayrimenkullerden Lüzumu Kalmıyanların Satılmasına
Salâhiyet Verilmesi Hakkında Kanunun,
d) 18/12/1981 tarihli ve 2565
sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununun,
e) 12/3/1982 tarihli ve 2634
sayılı Turizmi Teşvik Kanununun,
f) 21/7/1983 tarihli ve 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun,
g) 4/4/1990 tarihli ve 3621
sayılı Kıyı Kanununun,
ğ) 25/2/1998 tarihli ve 4342
sayılı Mera Kanununun,
h) 16/6/2005 tarihli ve 5366
sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması
ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanunun,
ı) 3/7/2005 tarihli ve 5403
sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun,
i) Geri görünüm ve etkilenme
bölgeleri bakımından 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun,
bu kanunun uygulanmasını
engelleyici hükümleri ve diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz
denilmektedir. Bu madde ile yukarıda sayılan bütün yasaların üzerinde bir yasa ve
dolayısıyla yasanın uygulanmasından sorumlu olan olağanüstü yetkili bir
bakanlık oluşturulmuştur. Afet riski ve dönüşüm gerekçeleriyle istediği binayı
yıkabilecek, istediği arsaya “projelendirme” gerekçesiyle el koyabilecek olan Çevre
ve Şehircilik Bakanlığına, yıkım kararı verilmiş yapılar için mahkemeler,
yasanın altıncı maddesine göre yürütmeyi durdurma kararı da veremiyorlar. Bağımsız
bir mahkemeye belli yönde karar veremeyeceğini söyleyen bir yasa ile ortaya kendi
hukukunu yazıp uygulayan bir bakanlık çıkmaktadır. Bu bakanlık yapısının hukuk
devleti ile ne ölçüde bağdaştığı ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, bu
denli geniş yetkilerin kötüye kullanılabileceği olasılığı göz ardı edilemeyecek
kadar büyüktür.
648 Sayılı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile 2873 sayılı Milli Parklar Kanununda
yapılan bir değişiklikte[3] Orman ve Su İşleri Bakanlığınca millî park
karakterine sahip olduğu tespit edilen alanlar, Millî Savunma Bakanlığının
olumlu görüşü, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ve Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile diğer ilgili bakanlıkların görüşü de alınarak Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile millî park olarak
belirlenir denilmektedir. Bu maddeyle de son söz “en büyük bakanlık” Çevre ve
Şehircilik Bakanlığına bırakılmaktadır. Bir kez milli park karakterine sahip
olduğu tespit edilmiş olan bir alanın milli park ilan edilebilmesi neden başka
iki bakanlık görüşü ve daha başka bir bakanlığın teklifiyle olanaklı
kılınmaktadır? Bunun açıklaması olsa olsa milli park niteliklerinin en değersiz,
en geride bırakılan nitelikler olarak algılanışıdır. Zira milli park niteliği bir
kez tespit edilmiş olan alana ilişkin olarak, söz gelimi Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığının daha iyi bir fikri varsa ya da Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı o alanı bir afet riskiyle ilişkilendirirse alanın milli park
nitelikleri derhal bir kenara itilmektedir.
Yine aynı kararname ile Milli
parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak
alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların tescil, onay ve
ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil
etmek, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin
tespit, tescil, onay, değişiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve
bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini
sağlamak, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma
alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve
benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların kullanma ve yapılaşmaya yönelik
ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve
uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiştirmek, uygulamak veya
uygulanmasını sağlamak görevi Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmiştir.
Ayrıca, orman ve orman rejimine
tabi olmayan yerlerde Orman ve Su İşleri Bakanlığınca tespit edilen veya
ettirilen tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak
alanlar ve benzeri diğer koruma alanları ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit
alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilanı
Bakanın onayı ile yapılır hükmü getirilmektedir. Böylece Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığının doğrudan uzmanlık alanları olarak
nitelenebilecek milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma
alanları, sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanlarla
ilgili olarak bir üst makam olarak konumlanmaktadır.
Orman ve mera dışına çıkarılan
alanlar dâhil kentsel ve kırsal alan ve yerleşmelerde yapılacak iyileştirme,
yenileme ve dönüşüm uygulamalarında idarelerce uyulacak usul ve esasları
belirlemek de Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görevleri arasında
bulunmaktadır. Kamuoyunca 2-B olarak bilinen alanlarla ilgili olarak da en
yetkili kurum olarak yine aynı bakanlık belirlenmiştir. Böylece, kentleşme ve
şehircilik alanlarında mutlak monarşi dönemi başlamıştır. 2-B alanlarının
satışından elde edilecek gelirin % 90’ına kadarı da bakanlığın gelirleri
arasında sayılmıştır. Bakanlığın gelirlerinin belki de en önemli bölümünü
oluşturacak olan bu kalemin sürekliliğinin sağlanmasının bir gereklilik olarak
ortaya çıkması durumunda, yeni 2-B alanları yaratma çabalarının hız
kazanacağını söylemek yanlış olmaz. Yeni anayasa çalışmalarının yürütüldüğü
günümüzde hazırlanan taslaklarda orman sınırı dışına çıkarılacak alanların bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş
olması niteliğinin gerçekleşmesi gereken en son tarih olan 31.12.1981,
-ki bu tarih de aslında daha önce 15.10.1961 idi- 23.7.2007 olarak
değiştirilmek istenmektedir. Bu durum da ileride daha çok 2-B alanımız
olacağının apaçık bir göstergesidir.
Yasa ile orman ve zeytinlik
alanlarında da bakanlığın etkinliğinin daraltılmamasına özen gösterilmiştir. Uygulamalar
için 6831 sayılı Orman Kanununa tabi alanların kullanılması zaruri olduğu
takdirde, başka yerlerde en az bu alanlar kadar alanın ağaçlandırılması, 3573
sayılı Kanuna tabi alanların kullanılması zaruri olduğu takdirde de, başka
yerlerde en az bu alanlar kadar alanın zeytinlik alan hâline getirilmesi
mecburi tutulmuştur. Bu mecburiyet ne yazık ki yine göstermelik sözde bir
duyarlılık ifadesi olmaktan öteye gidememektedir. Çok uzun yıllarda
oluşabilecek olan bir orman ekosisteminin afet gerekçesiyle bir iki yıl içinde
kentleşme alanına eklenmesi ile aynı miktarda başka bir alanın ağaçlandırılması
verilen zararın telafisi gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Orman alanlarına saldırı
1950’li yıllardan bu yana bir devlet politikası gibi uygulanagelmiştir. Bugün
de bu siyasanın sürdürüldüğü görülmektedir. Orman alanlarına yapılan
saldırılar, değişik dönemlerde değişik gerekçelerle gerçekleştirilmiştir. Bugün
de yeni bir saldırı aracı olarak afet riski kullanılmaktadır.
Çevre ve şehircilik alanındaki
düzenlemelerin yanı sıra Danıştayın yürütmesini durdurmuş olduğu, ÇED
Yönetmeliğinin geçici 3 üncü maddesi yeni bir yönetmelik[4] ile yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye
göre yönetmeliğin EK-I Listesinde yer alan projeler için 17/7/2015 tarihine,
EK-II listesinde yer alan projeler için 17/7/2013 tarihine kadar yatırımına
başlanmış projelere bu yönetmelik hükümlerinden muafiyet getirilmektedir.
İstanbul’a üçüncü köprü ve nükleer santral gibi bilinen bazı kimi büyük
projeler dışında başka kaç projenin daha bu kapsamda olduğu kamuoyu açısından
gizemini korumaktadır. Ülkemiz gerçekleri göz önüne alındığında başka kaç
projenin daha bu kapsama alınacağı da bilinemez.
Avrupa Birliği, çevre kalitesinin
korunması ve geliştirilmesi, insan
sağlığının korunmasına katkıda bulunulması ve doğal kaynakların akılcı ve
gelecek düşünülerek kullanılmasının sağlanması amaçlarını takip edeceğini taahhüt
etmiştir. Avrupa Birliği adayı olan Türkiye’nin de AB mevzuatına uyum sağlaması
beklenmektedir. 2011 yılında çıkarılan ÇED yönetmeliği, yukarıda sayılan AB
amaçları bir yana çevresel etki değerlendirmesinin temel mantığına taban tabana
zıt bir uygulama olarak ortadadır.
Üçüncü Erdoğan hükümet
programında[5] çeşitli yerlerde vurgulanan çevreye
duyarlılık, çevresel hassasiyeti ihya etme, çevrenin korunmasına katkı verme,
çevreye verilen tahribatı en aza indirme vaatleriyle gerçekleştirilen bu düzenlemeler
arasındaki tezat, aslında siyasi iradenin çevreye yönelik samimi olmayan sözde
beyanlarının somut birer göstergesidir.
[1] T. C. Resmi Gazete, 31.5.2012 - 28309
[2] T. C. Resmi Gazete, 04.7.2011 - 27984
[3] T. C. Resmi Gazete, 17.8.2011 - 28028
[4] T. C. Resmi Gazete, 14.4.2011 - 27905
[5] http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP61.htm
KAYNAKLAR
644 Sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (2011, 4 Temmuz) T. C. Resmi Gazete, Mükerrer 27984.
648 Sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname (2011, 17 Ağustos) T. C. Resmi Gazete, 28028.
6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun (2012, 31 Mayıs) T. C. Resmi Gazete, 28309.
Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (2011, 14 Nisan) T. C. Resmi Gazete, 27905.
III. Erdoğan Hükümeti Programı, http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP61.htm, Erişim tarihi: 25.6.2012.
Yorumlar