- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Arap terimi Mısır ve Irak’ta, civar çöllerin bedevisini büyük nehir vadilerinin yerli köylülerinden ayırt etmek için halk dilinde bugün bile kullanılır.
Bedevileri, Arapça konuşan şehirli ve köylülerden ayırt etmek
için, bizzat Arapların bu kelimeyi çok eski zamanlardan beri kullanmış olmaları
ihtimali ve bugün bile kullanmaları göçebelikle ilgiyi teyit eder.
Muhammed ve çağdaşları için, Araplar çöl bedevileriydi. Kuranda bu terim, yalnızca bu anlamda kullanılmış olup Mekke ve Medine ve diğer şehir halkları için kesinlikle kullanılmaz.
Haçlılar devri batı vakayinamelerinin birçoğunda bu kelime
yalnız bedeviler için kullanılıp, yakın doğunun Müslüman halk kitlesine
“Sarazen” denilir. 16. Yüzyıl Arap tarihçisi İbn Haldun da Arap kelimesini bu
anlamda sık sık kullanır.
Özet olarak, Arap terimi ilk kez M.Ö. 9. Yüzyılda ortaya
çıkar ve Kuzey Arabistan çölündeki bedevileri tarif için kullanılır.
Şurada burada yerleşik göçebeler, biraz daha ileri toplum
düzeyinde şehirler kurdular. Bunların en önemlisi Hicaz’daki Mekke’dir şehirde
her klanın hala kendi meclisi ve putu vardı ancak şehri oluşturan klanların
birliği, ortak bir simgeyi içeren bir merkezi kutsal bir yerde putların
toplanmasıyla ifade olunmuştu. Kâbe adıyla tanınan dört köşe bina, Mekke’de bu
birliğin simgesiydi.
Hadislerin toplanıp kaydedilmesi peygamberin vefatından iki
ya da üç nesil sonra gerçekleşmiştir. Yüz yılı aşan bu süre içinde hadislerin
değiştirilmesi için hem olanaklar hem de nedenler arttı.
Kuranda Tevrat hikâyelerinin anlatılış tarzı Muhammed’in
Tevrat bilgisini vasıtalı olarak, muhtemelen Mithra dini ve sahte Hıristiyan
yazarların etkisinde kalmış Yahudi ve Hristiyan tacir ve gezginlerinden elde
ettiğini akla getirir.
Başlıca ziraat ve zanaatkârlıkla meşgul olan Yahudiler,
ekonomi ve kültür bakımından Araplara göre üstündüler ve bundan ötürü
sevilmiyorlardı.
Medineliler Muhammed’i Allah’ın resulü olmaktan çok,
kendilerine hakem olarak hizmet edecek ve aralarındaki iç anlaşmazlıkları
çözebilecek güce sahip bir adam diye davet etmişlerdi.
Muhammed, Yahudilerden dostça bir karşılama bekliyordu; tek
tanrılı bir dine inanmaları nedeniyle, Yahudilerin İslamiyet’i oldukça büyük
bir sempati ve anlayışla kabul edeceklerini düşünüyordu. Onları teskin etmek
amacıyla, Kippur orucu ve Kudüs yönünde namaza durmak gibi birkaç Yahudi âdetini
benimsedi. … Onların desteğini alamayacağını anlayınca bu âdetlerden vazgeçerek
kıbleyi Kudüs’ten Mekke’ye çevirdi.
Siyasi egemenlik kavramının yabancısı olan Araplar, ancak
dinin yardımıyla bir devlet kurabilirlerdi.
Allah’ın resulünün müminleri tüccar kervanları üzerine gazaya
yönlendirmesi, Avrupalı yazarların eleştirilerine neden olmuştur. Ancak, o
dönemin koşulları ve Arapların ahlak anlayışına göre, kervan baskınları doğal
ve meşru bir işti.
Medine’de gelen ayetler Mekke’dekilerden farklıdır; devlet
yönetimi, ganimet dağıtımı vb konularla ilgilidir.
Muhammed’in ölümü, genç İslam cemaatini idari bir bunalımın
içine atmıştı. Bunalım Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde’nin kararlı tutum ve
hareketleriyle atlatıldı. Bu üçü bir çeşit hükümet darbesi ile Ebu Bekir’i
peygamberin tek halefi olarak İslam cemaatine kabul ettirdiler.
Ömer zamanında, Müslümanlara konulan küçük bir dini vergi bir
tarafa bırakılırsa, bütün vergiler cizye ve haraç dâhil imparatorluğun tebaası
olan gayrimüslim halka yüklenmişti.
İslam’ın Arap milliyetçiliğiyle özdeşleştirilmesi bizzat
Arapların yeni müminlere karşı davranışlarında açıkça görülür. Arap
olmayanların Müslüman olmaları fikri o kadar beklenmeyen bir şeydi ki,
mühtediler, Arap kabilelerinden birinin Mevla’sı olmakla ancak mümin olmuş
kabul ediliyorlardı. Kuramda mevali Araplar ile eşit haklara sahip ve bazı
vergilerden muaftı, ancak uygulamada Araplar onlara karşı üstün ve küçümser bir
tavır takınıyorlar ve onları uzun süre İslam’ın maddi çıkarlarından uzak
tutuyorlardı.
Halife Ömer 4 Kasım 644 günü bir köle tarafından
öldürüldükten sonra yerine Osman B. Affan halife olarak seçildi. Osman,
Arapların gözünde korkunç bir kusur olan iktidarsızlığı ve korkaklığı ile
tanınıyordu.
Osman’ın halife oluşu, Mekke’nin oligarşik sınıfının bir
başarısı olarak görülür. … Osman’ın idari zaafı ve akrabalarını kayırması
sınırlardaki askerler arasında huzursuzluk çıkardı.
Osman’ın yaşamına yönelik gizli eylemlerin elebaşları
arasında Mekkeli Talha ve Zübeyr, Mısır valiliğinden alınan Amr ve Muhammed’in
dul eşi Ayşe bulunuyordu.
17 Haziran 656 günü Osman öldürüldü yerine Ali, halife olarak
kabul edildi. Ali, 656 yılı Ekim ayında ordusunun başında Ayşe, Talha ve
Zübeyr’in ordusuyla savaştı. Tarihte ilk defa Müslüman bir ordu, bizzat halife
tarafından başka bir Müslüman ordunun üzerine yürütülmüş ve savaşmış oldu.
Ocak 661’de Ali, İbn Mülcem adından bir harici tarafından
öldürüldü. Oğlu Hasan mücadeleyi terk etti ve bütün haklarını Muaviye’ye
devretti.
Yönetim tarzı çöl unsuruna bağlı olan istilacı bir kavmin
şefleri olan Emeviler, saraylarını kendilerini güvende hissettikleri çöl
sınırında yapıyorlardı.
Bizans tarihçisi Theophanes, Muaviye’yi kral ya da imparator
olarak değil, bir protosymboulos
(birinci konsül) olarak belirtir.
Muaviye zamanında Emevi hilafeti, Arapçılık niteliğinden daha
çok Sasani ve Bizans’ın halefi olarak kendini göstermiş ve onların idari
teşkilat ve memurlarını değiştirmeden sürdürmüştür. Bizzat Muaviye, Suriyeli
bir Hristiyan kâtip kullanıyordu.
Arap olmayıp da İslamiyeti kabul edenler ve dil ya da menşe
bakımından Arap olup da herhangi bir nedenle hâkim sınıfa mensubiyetini
yitirmiş ya da bu hakkı elde edememiş olanlar Mevâliyi (tekili Mevlâ)
oluşturur. Kuramsal olarak bunlar Araplarla eşit haklara sahip olmalarına
karşın sosyal ve ekonomik alanlarda aslında böyle bir eşitlik yoktu. Hatta bir
Arap kızla bir mevlânın evlenmesi çok garip karşılanıyordu.
Şiilik, Sünni öğretiyi benimseyen devlete ve yerleşik düzene
karşı dini terimde ifadesini bulan bir muhalefet olmuştur.
İslam imparatorluğunun ekonomisi başlangıçtan itibaren iki
paraya dayanıyordu: İran parası olan gümüş dirhem doğu eyaletlerinde, Bizans
parası olan aldın dinar (denarus) batı eyaletlerinde kullanılıyordu.
İmparatorluğun Müslüman olmayan halkı Zımmiler, ikinci sınıf
vatandaştı; daha yüksek vergi ödüyor ve bazı sosyal haklardan da mahrum
edilmişlerdi. Zaman zaman da açık haksızlıkların kurbanı oluyorlardı.
945 yılında, batı İran’da bağımsızlığını kazanmış olan İranlı
Büveyhiler Bağdad’ı işgal ettiler ve halifenin otoritesinin son izlerini de
silip süpürdüler. Bu tarihten itibaren halifelerin kaderi genellikle İranlı ve
Türklerden oluşan ve maiyetlerindeki birlikler sayesinde hüküm süren saray
nazırlarının elinde kaldı.
İlk halifeler, deniz yoluyla yapılacak akınlar hakkında
tereddütlüydüler. Halife Ömer, komutanlarına deve ile varamayacakları yerlere
gitmelerini yasaklamıştır. Halife
Osman, 649 yılında Muaviye’nin Kıbrıs’a karşı sefer yapmasına
istemeye istemeye izin vermiştir.
Halife Hişam döneminde (976-1009) “slavlar” tabiri Doğu
Avrupa kökenli köleler için kullanılıyordu; daha sonraları Endülüs Emevilerinin
hizmetinde bulunan Avrupalı bütün köleler için kullanılır oldu.
Arap medeniyeti, çölden çıkan istilacı Araplar tarafından
hazır olarak getirilmemiştir; fetihlerden sonra Arap, İranlı, Mısırlı ve diğer
birçok halkların katılmasıyla ortaya çıkmıştır. İslami damga taşımasına karşın
yaratıcıları arasında birçok Hristiyan, Yahudi ve Zerdüştiler de bulunmaktadır.
Bir Kıpçak Türkü olan Baybars, Suriye ve Mısır’ı bir devlet
olarak birleştirdi.
Napolyon 19. Yüzyıl başında Mısır’ı işgal ettiği zaman yüksek
mevkilere Arapça konuşan Mısırlıları tayin etmeye uğraştı ancak başarısız oldu.
Sonunda kendilerine itaat ettirmesini bilen Türklere başvurmak zorunda kaldı.
Osmanlılar döneminde çoğu Türk valisi olan hırslı kimseler
fırsat buldukça bağımsızlık hareketlerini başlatıyorlardı.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar